Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin….
RESİM1
Zeki Müren’in “beklenen şarkı”sından yukarda ki kupleyi mırıldanarak girdim Remzi Kitabevine. Basketbol Federasyonu kuruluşunun 60’ınci yılında “Türkiye’nin Basketbol Aşkı” kitabının tanıtımını yapıyordu. İyi kötü 60 yıldır bu işin içinde olduğum için kendime ait çizgileri bulmayı umuyordum. Heyhat tanıtım klibinde ülkenin tek basketbol altın madalyası alınan “Balkan Basketbol Şampiyonluğu” nun yaşanmamış gibi yapıldığını gördüm. Klibin aceleye geldiği, konunun sehven atlandığı, 20 gün sonra çıkacak 2. kitapta Aydan Siyavuş&Ünal Özüak ikilisinden ayrıntılı söylendi ama ben iyisi mi işi şansa bırakmadan kendim anlatayım basketboldaki yarım asrımı. Aslında anlatacağım bir başarı hikayesi. Türkiye'de basketbol; Nasmith'in icadında ki zekâ ve tasarım kıvraklığı gerektiren benzeri bir atofla, birkaç adamın sırtında, onların feragatiyle sıfırdan bugün ki en sevilen 2. spor haline getirilmiştir. Amacım basketbolun tarihini baştan yazmak değil doğrularını sıralamak.
Detaylara boğmadan iki özel ileri zıplama eşiğinden bahsedeyim.
Osman Solakoğlu'nun özel tanıtım gayretleri yanı sıra TRT'de Beyaz Gölge ve NBA maçlarının yayınıbasketbol için uygun ortamı hazırladı . 1981'de ilk 12 Dev Adam diyebileceğimiz Efe'li Erman'lı Kara Mehmet'li Necati'li Melih'li rüya takım Balkan Basketbol Şampiyonu olunca sepet topu Türkiye'nin gündemine oturdu. RESİM4 Takip eden 20 yılda Eczacıbaşı ve Efes Pilsen yetiştirdikleri, devşirdikleri Mirsat, Mehmet Okur, Hidayet vb. yıldız oyuncularla ikinci patlamanın altyapısını hazırladılar. 2001 Avrupa Şampiyonası'nda sahne alan 12 Dev Adamın kazandığı muhteşem Avrupa İkinciliği ile gönüllerde taht kurdu. 20 yılda bir tekrarlanan sıçramalarla basketbol Türkiye'nin aşkı oldu. Bu yıl pekinde yapılacak dünya şampiyon içinde üçüncü sıçramamızı beklerken yakın geçmişe yönelik dökümü yapalım.
Basketbol olayımızın altmış yılı içerisinde neresindeyim peki ben aşk hikayesinin? Kırdıklarım kırıldıklarım oldu mu? Peki ya faydam oldu mu? Anlatayım…
Çok senelerimi geçirdiğim Basketbol Yaşamım
Jean Paul Sartre “varoluş özden önce gelir/existence comes before essence” demez olaydı. Bende çoğu 68 kuşaklı gibi kendi yolumu kafama göre kendim belirleyip, kimi zaman ülkeyi, ki mi zaman kendimi düzeltmeye çalışarak, ama hep kendi varoluşumu kendim belirleyerek, bugünlere kadar geldim.Kırk beşi basketbol içinde geçen dolu ve birbirinden keyifli yıllardır bunlar ve Nietzsche “pişmanlık köpeğin taşı ısırmasıdır” dediği için değil, samimi olarak söylüyorum yaşanmış her bir saniyesinden de doyumluyum. 63’de Kadıköyspor’da rahmetli Ali Siyavuş’un, Kadıköy Maarif Koleji’nde oda rahmetli Teoman Tuncer’in eş zamanlı emanet ettikleri 13 numaralı formalar ile başlayan yolculuk, ODTÜ ve sonrası yıllarda yirmi sene aktif koçluk olarak Ankara’da, Milli Takımla Balkan Şampiyonluğu, 87 sonrası yirmi senedir eleştirmen köşe yazarı olarak İstanbul’da devam etti ve ilk günkü gibi hırsla, şevkle sürüyor.
Kronolojik sırayla M.Ali Yalım, Rüştü Yüce hocalarımı, 30 yaşının baharında Osman Erverdi’mi, bütün zamanların en iyi koçu Aydan Siyavuş’u ve en sonda basketbol adam/ Mr.Turkish Basketball Osman ağabeyi (Solakoğlu)nu kaybettim. Günün sıcaklığını yaşarken, hiç ölümü aklımıza getirmeden,bu insanların önemini bilemedik. Kızdık, küstük, kulis yaptık onlara ve yitirdikten sonra dövündük. Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sinde dediği gibi “gidenler memnun ki yerinden çok seneler geçti dönen yok seferinden”. Olmaz da zaten…gidenlere yapılacak en güzel anma yaşayanlarımıza daha sıkı sarılmaktır. Basketbol ailesinin her bir ferdi diğeri için çok önemlidir.. Biri olmazsa ötekisi var olamaz. Yaşarken bunu onlara hissettirmek gerek. Sen kendine söyle bunları.. “insanları acımasızca eleştiriyor, yerden yere vuruyorsun”…dediğinizi duyar gibiyim. O iş başka…Ben işimi onlar da işlerini yapıyorlar. Quae nocent docent/Yaralayan şeyler öğreticidir. Yorumun çıt kırıldı mı olmaz, vurduğun yerden ses getirmek gerekir ki akılda kalsın. Benim dostlarım art niyetim olmadığını, doğru bildiğimi yazdığımı bilirler. Yada öyle olduğunu bilenler benim dostlarımdır.
EFESLİYİM EZELDEN
Hani nasıl derler "Ben onun çocukluğunu bilirim". Lamı cimi yok. Sahibinden eski Anadolu Efes'liyim.1965 kayıtlı, lisanslı sporcusu olduğum Kadıköyspor, RESİM2
Tuncay Özilhan tarafından 1975'te satın alınarak Efes Pilsen Spor Kulübüne dönüştürüldü. Daha sonra da bugünkü Anadolu Efes adını aldı. Türk basketbolunun amiral gemisi bu güzide takımın ilk mensubuyum anlayacağınız ve bununla iftihar ediyorum. Söylemedi demeyin baştan uyarıyorum. Buradan kelli yazacaklarımı akışına bırakıyorum “nehir akışı diyebileceğimiz anlatım türü” ile aklıma geldiği gibi yazacağım. Okuyun sonunda toparlanacaktır. Dağınık kalırsa küfür etmece yok. Tam burada denk gelmişken parkede iz bırakan Tuncay Özilhan'dan bahsedelim. Shakespeare'in Jül Sezar oyununda; Mark Antonius ünlü tiradında; “Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar, dinleyin; Ben Sezar’ı gömmeğe geldim, övmeye değil. İnsanın ettiği kötülük yaşar ardından, iyilikleriyse toprağa girer kemikleriyle. Bırakın, öyle olsun Sezar için de.” diye diye başlar konuşmasına. Fakat öyle bir anlatır ki Roma halkı Sezar’ı efsane yapar, bağrına basar. Ben burada yaşarken fanilerin marifetlerinin, basketbol için yaptıklarının iltifatla değerlendirmeli gerçeğinden hareket ediyorum.
RESİM3
1891'de hava atışıla başlayan serüveni 2020 de Cin'de Dünya Kupasında Olimpiyat katılım hakkı elde ederek UZATMAYA TAŞIMAK istiyoruz...
Basketbolu icat eden Naismith papaz olacakmış aslında
Bilmem biliyor muydunuz?128 yıl önce nasıl icat edildi basketbol. Evet yanlış duymadınız 1891’de Springfield /Massachusetts’de Kanada asıllı din adamlığından devşirme Amerikalı beden eğitimi hocası James Naismith 14 gün süre verilen bir görevi yerine getirmek için icat etti basketbolu. Sert geçen kış aylarında YMCA/ Gençler Hristiyan Çocukları okulunda okuyan gençlere İsveç Cimlastiği yerine kapalı salonda oynayacakları eğlenceli bir oyun bulmaktı ödev. Amerikan futbolu, Beysbol vb. bilinen sporlar camı çerçeveyi kıracağı için kapalı salona uygun değildi. Önce kusurlu hareketleri saptadı; A. Topa tekme atılmayacak yumrukla vurulmayacak. B. Birbirine tutmak itmek kakmak yok. Bunları sağlamak için iki tane şeftalisi sepetini salondaki tarafına astı. Amaç topu bu hedeflere sokarak gol yapmaktı. Karşılıklı takımlar önce top elde koşuyorlardı. Ama bu teması arttırdığı için hemen paslaşma devreye sokuldu. Bu da yetmedi oyunun hızını artırmak için dripling/top sürme eklendi. Sayıdan sonra merdivenden çıkıp top olarak oyuna sokmak iyice yavaşlattığından sepetin altını kesmek akıl edildi. O gündür bugündür dünyanın her tarafında parkede toplar zıplatılıyor, ayak seslerinin gıcırtılı melodisi duyuluyor. Bizimki de onlar arasına karıştı bitmeyen senfoniye dönüştü… Bitmesin lütfen…
No comments:
Post a Comment