Tuesday, 20 August 2024

 Eğer bela arıyorsan doğru yere geldin

 

Elvis Presley’in ünlü şarkısı ‘bela/trouble’https://youtu.be/IxfmfnZgtxE?si=Hg_7LukwY9zz6ScO / If you're looking for trouble, You came to the right place diyerek böyle başlar ve ”Eğer bela arıyorsan sadece suratıma bak, Ben ayakta kalmak için doğmuşum, Ve son sözü söylemek için. Fakat eğer kavga çıkartacaksan, Sakın bunu tek kişi olarak deneme, Çünkü ben Kötüyüm. Benim göbek adım Acı. Evet ben kötüyüm. Öyleyse bana bulaşma…” diyerek sonlanır… Federasyon başkanlığı yaptığı 20 küsür yıl boyunca basketbolumuzu yabancı oyuncular cennetine, yerli oyuncularımızı da kulüplerinde bank ısıtan hale çeviren Turgay Demirel’in hatalarını, basketbolu yönlendirmek için yapması gerekenleri kafasına vurmuştum. Beni ve bütün doğru söyleyenleri savuşturup bildiğini okuyarak sonunda FİFA Avrupa Başkanı olmuş iki dönemde bu görevi sürdürmüştü. Onun için yoğurdu üfleyerek yiyorum, bayramlık ağzımı açmadan, iş başında olduğu iki dönemde basketbolumuz için yararlı bir şey yapmayarak bana olumlu yazacak hiçbir şey bırakmayan Hidayet Türkoğlu’nu, kendisine olan kişisel sevgime rağmen, artık bir dönem sonraki Federasyon Başkanlığı adaylığında desteklemiyorum ve fakat basketbolda daha üst yerlere gelmesine de yol açmamak adına, son söz hakkımı saklı tutarak neler söyleniyor onları özetleyelim; Hani nasıl derler ateş olmayan yerden duman çıkmaz…Diyorlar ki…

Basketbol topu inşaata kaçtı

"12 Dev Adam 50 sayı fark yiyor. U18 iken Avrupa ikincisi olan milli takım U20'de klasman düşüyor. Federasyon Başkanı Hidayet Türkoğlu ise zamanının çoğunu yurt dışında geçiriyor. İpleri Türkoğlu’nun basketbolla ilgisi olmayan, Ankara’ya yakın bir kadın danışmanı elinde tutuyor. Hidayet Türkoğlu, 12 Dev Adam’la ilgilenmiyor, alt yaş milli takımlarına bakmıyor… Peki ne yapıyor? Federasyon Başkanı’nın şu an tek hedefi Abdi İpekçi Spor Salonu’nun yerine yapılan Basketbol Geliştirme Merkezi’ni bitirip açmak. Açılışa da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı davet etmek. Yapılan proje sadece bir spor tesisi değil yaşam alanı olarak planlandığı için dükkanların, lokantaların, ticari alanların kimlere verileceği konusunun Hidayet Türkoğlu’nun en büyük dertlerinden biri olduğu söyleniyor. Hatta Türkoğlu, bu yoğun iş ortamından o kadar bunalmış ki iddiaya göre seçimde yarıştığı Harun Erdenay’a Basketbol Geliştirme dışındaki işleri yürütmesi için CEO atamış. Sonuç olarak basketbolu, uzun yıllar sonra bu branşın içinden birine değil de bir iş insanı ya da inşaatçıya emanet etmek mantıklı görünüyor. Bunu ne yazık ki bize Hidayet Türkoğlu söyletiyor." Heraclitus yıllarca önce söylemiş gereken lafı; Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız: Çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz aynı siz değilsiniz.

 

 

Peki ne yapmak lazım

Yıllardan beri söyleyip duruyorum kimsenin kulak astığı yok bari ChatGTP yapay zekaya sorayım belki ona inanılır dedim. 

Çocuktan al haberi derdi büyüklerimiz. Neden? Çünkü çocukların kafası dünya meseleleriyle, yaşadıklarıyla, görüp geçirdikleriyle 'kendine angaje olmamış' saf ve temiz bağımsız düşüncelerle dolu olduğu için...Günümüzde Yapay Zeka da aynı işlevi görüyor. Konuya ilişkin bütün cevapları ön yargısız detayları süzerek veriyor. Basketbolumuzun içinden bir türlü çıkamadığımız sorunsalını iki soruyla yapay zekaya sordum ve aldığım yanıtları uzun uzun Olimpiyat sonrası seçilecek (!) Federasyona yol göstersin diye aşağıya döktüm...

DURUM VAHİM AMA ÇÖZÜMSÜZ DEĞİL


Soru 1: Basketbolumuzun altyapısını nasıl geliştiririz. 

Soru 2: Basketbolda yabancı oyuncu sayısını düşürürsek ne olur.
Yanıt1: Basketbol altyapısının geliştirilmesi, uzun vadeli ve çok yönlü bir yaklaşım gerektirir. İşte bazı stratejiler:

1. Eğitim ve Antrenman Programları: Genç oyuncular için düzenli ve kaliteli antrenman programları oluşturulmalıdır. Bu programlar, temel teknik ve taktik becerilerin yanı sıra fiziksel ve zihinsel gelişimi de kapsamalıdır.
2. Antrenör Eğitimi: Antrenörlerin eğitimine yatırım yapmak, altyapının kalitesini artırmanın anahtarıdır. Antrenörlerin güncel bilgi ve tekniklerle donatılması, genç oyuncuların daha iyi yetişmesini sağlar.
3. Okul Sporları: Okullarda basketbol programları ve liglerinin teşvik edilmesi, gençlerin spora erken yaşta başlamasını sağlar. Okul sporları, yetenekli oyuncuların keşfedilmesi için de önemli bir platformdur.
4. Tesis ve Altyapı: Modern ve erişilebilir basketbol tesislerinin inşa edilmesi ve mevcut tesislerin iyileştirilmesi, genç oyuncuların antrenman yapma olanaklarını artırır.

5. Turnuvalar ve Yarışmalar: Yerel ve ulusal düzeyde turnuvalar düzenlemek, genç oyuncuların rekabetçi deneyim kazanmasını sağlar ve yeteneklerini sergileme fırsatı verir.

6. Kulüp İşbirlikleri: Profesyonel kulüplerle işbirliği yaparak genç yeteneklerin gelişimi desteklenebilir. Kulüplerin altyapı programlarına yatırım yapmaları teşvik edilmelidir.

7. Spor Bilimleri ve Destek Hizmetleri: Sporcuların fiziksel ve mental sağlıklarını desteklemek için beslenme, fizyoterapi ve psikolojik destek gibi hizmetler sunulmalıdır.

8. Aile ve Toplum Desteği: Ailelerin ve toplumun spora olan ilgisi ve desteği, genç oyuncuların motivasyonunu artırır. Bu nedenle, basketbolun toplumda yaygınlaştırılması önemlidir.

Bu stratejiler, basketbol altyapısının güçlendirilmesine ve gelecekte başarılı sporcular yetiştirilmesine katkı sağlayabilir.


Yanıt2: Basketbolda yabancı oyuncu sayısını düşürmek, çeşitli olumlu ve olumsuz etkiler yaratabilir. İşte bu durumun olası sonuçları:


Olumlu Etkiler

1. Yerel Oyuncuların Gelişimi: Yabancı oyuncu sayısının azaltılması, yerli oyuncuların daha fazla süre almasını ve tecrübe kazanmasını sağlar. Bu, yerel yeteneklerin gelişimine katkıda bulunabilir.

2. Milli Takım Performansı: Yerli oyuncuların daha fazla süre alması ve gelişmesi, milli takımın performansını olumlu etkileyebilir. Daha çok oynayan ve tecrübeli oyuncular milli takımda daha iyi performans gösterebilir.
3. Ekonomik Faydalar: Yabancı oyunculara yapılan yüksek ücretli transfer harcamalarının azalması, kulüplerin mali yapısını iyileştirebilir. Bu kaynaklar, altyapı geliştirme ve yerel oyuncuların eğitimine yönlendirilebilir.

Olumsuz Etkiler


1. Lig Kalitesi ve Rekabet: Yabancı oyuncular genellikle yüksek seviyede yetenek ve deneyim getirirler. Onların azalması, ligin genel kalitesini ve rekabet seviyesini düşürebilir.

2. Uluslararası Başarı: Lig kalitesinin düşmesi, kulüplerin uluslararası turnuvalarda başarı şansını olumsuz etkileyebilir. Yabancı oyuncular, kulüplerin Avrupa kupalarında rekabet edebilme gücünü artırır.

3. Pazarlama ve Popülerlik: Yabancı yıldız oyuncular, ligin uluslararası tanıtımı ve pazarlaması açısından önemlidir. Onların sayısının azalması, ligin küresel çekiciliğini azaltabilir.


4. Oyuncu Gelişimi: Yabancı oyuncularla birlikte oynamak, yerli oyuncuların gelişimine katkıda bulunur. Yüksek seviyede rekabet ve farklı oyun stilleri, yerli oyuncuların oyunlarını geliştirmelerine yardımcı olabilir.

Denge Sağlama


Yabancı oyuncu sayısını tamamen düşürmek yerine, belirli bir denge sağlamak daha etkili olabilir. Örneğin, yabancı oyuncu sayısına sınır koymak, yerli oyuncuların gelişimine olanak tanırken lig kalitesini de koruyabilir. Aynı zamanda, altyapı yatırımlarını artırarak ve yerli oyuncuların gelişimini destekleyerek uzun vadeli başarı hedeflenebilir.Bu tür bir politika değişikliği, dikkatlice değerlendirilip planlanmalı ve basketbol ekosisteminin tüm bileşenlerini göz önünde bulundurmalıdır. 

 

 

Thursday, 26 March 2020

SONSÖZ'e yazdığım basketbol CV'im gibi yazım..2018
ALTINA HÜCUM GÜNLERİNDEN ŞİMDİ’YE…
HER NE KADAR “COWLEY; GEÇMİŞ GELECEK YOKTUR, SONSUZ BİR ŞİMDİ VARDIR.” DESE DE BİZ GENE DE BASKETBOLUMUZUN ŞİMDİ’ YE NASIL GELDİĞİNİ GÖRMEK ADINA İLK “RÜYA” TAKIMIZI ANIMSAYALIM. YILLARDAN 1981..
Efe Aydan, Mehmet Döğüşken, Erman Kunter, Necati Güler, Melih Elçin’in başı çektiği harika bir nesil iyice pişirerek kıvamına getirmişiz. Basketbolun bilimseli Ankara’da vitrine cazip geleni İstanbul Spor ve Sergi Salonunda oynanıyor. Bu çocukların hemen tamamı bütün zamanların en iyi koçu rahmetli Aydan Siyavuş’la birlikte Eczacıbaşı çatısında toplanmışlar parkenin tozunu atıp kimselere kupa bırakmıyorlar. Basketbolun başında bir başka rahmetli, bütün zamanların en büyük basketbol adamı Osman Solakoğlu var.
Basketbol Federasyonu Başkanı, iğneyle kuyu kazan hayatını basketbola adamış Milli Takım freak/hastası adam. Her şey bir yana milli forma bir yana. O kadar ki milli forma söküklerini bile kendi elleriyle dikiyor. Suyun öte yakasından geldiği için dönemin basketbol tiranlarının yurdu Yugoslav ekolüyle iç içe. Avrupa Basketbolu baronu FİBA Genel Sekreteri “Bora” Stankovic’le kanka. Doğru seçimle bizde “YUGO” basketbolunu rol model seçmişiz. Her dönemde Avrupa’ya en yakın takım sporu olmuş basketbol her kademede Avrupa Şampiyonalarına katılan Türkiye SSCB, Yugoslavya demir perde hinterlandında ki Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Balkanlarda ki uzantıları Bulgaristan, Romanya vb. ülkeler arasında kendine “altın yolu” bir türlü bulamıyor. Avrupa Şampiyonalarında 6.lık yakalarsak kendimizden geçiyoruz. Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve bizim aramızda yapılan BALKANŞAMPİYONALARI en yakın hedefimiz ama orda da sürekli dayak yiyoruz. Milli Takım’da koç ve yardımcı koç “İKİLİ” modelini benimsemişiz. İstanbul’un büyük takımları koçları Mehmet Baturalp, Önder Seden vb. “baş antrenör” oluyorlar yanlarına genellikle Ankara’dan Rüştü Yüce bilimsel ekürisinden “yardımcı koç” veriliyordu. Amaç görsellik ve bilimselliği harmanlamaktı.
İŞ BAŞA DÜŞTÜ
1980 nihayet sıra bize geldi. Aydan o zaman tüm İstanbul’a ve ülkeye kendini saha başarısıyla kabul ettirmiş babalar arasından kendine bileğinin hakkıyla yer açmıştı. Gençliği ve çoğunluğa itici gelen başına buyrukluğu nedeniyle beraber çalışacağı yardımcı bulmak kolay değildi. Ben o sırada İstanbul Bankası Yenişehir takımının başındaydım.
Sıkıntıyı aşacak ikili oluştu ve ilk defa 1980 Bükreş Üniversite Oyunlarında deneme uçuşu yaptıktan sonra Sofya 1981 Balkan Şampiyonası için uzun bir kamp dönemi yaşadık. Otoriter ve hemen her şeye karışan Osman ağabey ile Aydan arasında köprü oldum. Takımla aramızda dört yıl kadar süren güzel bir bir ahenk yakaladık. Altın meyvesini Evren sıkıyönetim döneminde ülkenin çok ihtiyacı olan toplumsal başarıyı kazandırarak aldık. Sofya Universiad Salonunda önce ev sahibi Bulgaristan’ı Efe’nin ünlü pivotları Golemev’i sürklase ettiği maçta 83-69 yendik. Dikkat buyurun henüz üçlük atış yok. Arkasından Romanya’yı 87-82 sonra Avrupa Şampiyonu kadrosunu Amerika turnesine göndermiş Yugoslavya’yı Erman’ın 29 sayıyla devleştiği maçta 93-81 yendik. Sakın yanlış anlaşılmasın Yugo’lar hep B takımıyla gelir ve Balkan madalyasını alır giderlerdi. Finalde bu sefer Erman ezeli rakibimiz Yunanistan’a 33 sayı atarak 93-80’le altın madalyayı boynumuza astırdı. Bütün Türkiye tek kanal TRT Televizyonuna kitlenmiş bu zaferi izlerken tek madalyadan daha fazlaydı kazanılan. Altını bulmuştuk ama yar olmadı bu servet bize. Basketbolumuzun “İmparatorluk Yürüyüşü” o gün Sofya’da başladı ve bitti. 81’in RÜYA TAKIMI amatör ruhunu orada bırakınca parke ŞİMDİ’nin “profesyonel lejyonerler cennetine” devrildi.12 Dev adam dedik, evirdik, çevirdik, devşirdik ve Türk basketbolunu bizim çocuklara yasakladık.
ŞİMDİ üçüncü sınıf paralı askerler oynuyor bizim Türk çocukları onları seyrediyor.

Wednesday, 25 March 2020

Basketbolun dünü bugünü…üç devrin hikayesi…
Küçüktüm ufacıktım top oynadım acıktım…yaşlarında girdim basketbol alemine… Giriş o giriş…Basketbol tarihimizin iki sıçrayışını (jump shot)yaşadım, üçüncüsünün de içindeyim şükür.. Akrabamız genç Dr. Üner Erimer Moda da ki bahçesinin arka bahçesine kurduğu potaya bıkmadan usanmadan jump shot atarken başımı okşasa dünyalar benim olurdu. Israrla rahmetli annemin elinden çekiştirir, kar kıyamet dinlemeden, salonun dondurucu soğuğuna aldırmadan soluğu Harbiye Spor ve Sergi Salonunda alırdık. Sabahın köründen yıldız genç maçlarından başlayarak akşamı eder Üner ağabey kaptanlığında yenilmez armada Galatasaray’ın maça çıkmasını bekler, doya doya rol modelimi seyrederdim. Salonda salondu hani.. Anıt Kabir mimarı Emin Onat’ın tasarımı salon İstanbul’un ikon yapılarındandı. Geçmeli parke zemin ve portatif tribünler söküldüğünde sergi ve toplantı etkinliklerinde kullanılırdı salon. Sosyetenin resital seyreder gibi geldiği “elitin oyununun yuvası” Galatasaray Fenerbahçe ezeli rekabetinin başını çektiği, araya Beşiktaş Modaspor gibi takımların sıkıştığı butik bir çekişmeye sahne olurdu. Bu arada basketbolun bir diğer gerçeği de; mektepli alaylı dengesiydi. Galatasaray monşerlerine benzemese de basketbolda; okumayanı döverlerlerdi! Hemen herkesin Üniversite öğrencisi olması dengesi oyuna da büyük bir kalite katardı. Basketbol malum Kanadalı beden eğitimi hocası Naismith tarafından 1891’de icadından! Birkaç yıl sonra bizde Robert Kolej’de oynanmaya başlanmış ve her zaman Batıya en yakın takım sporumuz olmuştur. Günümüz jargonuyla “entel dantel sporu”nun geniş kitlelerce kabulü yıllar almıştır.

sosyete sporunun kitlesel basketbola devinimi
Ünlü Boston Celtics koç Red Auerbach’ın galip geleceğini hissettiğinde purosunu yaktığı, henüz salonlarda sigara içilebilir 60’lı yıllarda salona gelenler dumanlı havada kendilerini gece kulübünde gibi hissederlerdi.Basketbol bu kapalı devre döngüsünü, ilgilisine oynanan basketbol formatını değiştiren rahmetli Şakir beyin yaratımı Eczacıbaşı takımı oldu. Eczacıbaşı müessese takımı olmasına rağmen bir takımdan daha fazla cereyan yarattı, kalıpları kırdı devrimi tetikledi. Buradan yetişen, yolu oradan ve rahmetli Aydan Siyavuş’un rahleyi tedrisinden geçen Efe Aydan, Melih Erçin, Necati Güler, Erman Kunter vb. genç yıldız adayları yanlarına Mehmet Dövüşken gibi dev oyuncuları da katarak “ilk rüya takımı” oluşturdular. Benim de yardımcı antrenörlüğünü yaptığım bu ekip 1981’de basketbolun icadından sonra yüzyıl sonra Balkan Şampiyonu olarak oyunu geniş halk kitleleriyle buluşturdu. Televizyonları başına kitlenenler “Milli Sporları Basketbola” kavuştular.





Rüya takım ivmesi mayalandı…
Rüya takımın altın madalyayla parlattığı basketbola tek televizyon kanalı TRT’de “Beyaz Gölge” dizisinin yanı sara ilk kez benim hazırlayıp, seslendirip sunduğum NBA maçları da eklenince ülkenin vazgeçilmezi oldu basketbol. Şakir bey gibi, gelişmekte, yaygınlaşmakta olan basketbola  bir büyük katkıda, gençliğimde oyuncusu olduğum Kadıköyspor’u, satın alarak Efes Pilsen’i yaratan Tuncay Özilhan’dan geldi. Adeta basketbolcu fabrikası kurdu Tuncay bey. Mirsat, Hidayet vb. çocuk kabiliyetleri devşirerek milli takıma kazandırması yanı sıra Naomoski’de vücut bulan kaliteli yabancı oyuncularla takımı Avrupa çapına yükselti. Çıta yükseldikçe salonlar doldu taştı. Bir başka müessese takımı Ülkerspor’da kervana katılarak dozunda yabancı takviyeli Türk kulüp takımlarının Avrupa liglerine açılımı sağlandı. Yeni milenyuma girildiğinde 12 dev adam sıçraması için bütün asgari koşullar kulüpler tarafından hazırlanmıştı. Hep oralardayım diyorum ya…Bende lig maçlarının TRT yayınlanmasını sağlayıp bizzat da yorumculuk yaparak basketbol köpürtmesine katkıda bulundum. Hu ha dev adam…12 dev adam nidalarıyla  2001 Avrupa 2.liğiyle “ikinci madalya devrimi” yaşandı ve basketbolumuz sınıf atladı.

Kulüp takımlarının bayrağı devralmasıyla yüzümüz gülüyor
Daha sonra olanlar oldu…Görkemli milli başarıyla yelkenleri dolduramadık.2000’de Euroleague’in kuruluşuyla başlayan Avrupa Kulüpler Birliği_FİBA çekişmesinde yanlış taraf seçimi yaparak bindiğimiz dalları budadık ve ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranamadık. Liglerimizi ikinci sınıf yabancı oyuncularla doldurarak yerli oyuncularımızı parke dışı bıraktık. Milli takımların oyuncu kaynağı tükendi. En baba milli oyuncu mesela Melih’in Fenerbahçe’de alabildiği süre 8dk.yı bulmuyor. FİBA kasten maçları yıl içine serpiştirdiğinde NBA’ciler ve Euroleague oyuncuları milli maçlara gelemiyorlar. 2019 Dünya Şampiyonasına zor bela ucundan katılabildik. Milli Basketbol böyle gri tablolar çizer, ufkumuz kararırken “neyse ki Fenerbahçe var” Ülker Fenerbahçe seçimiyle bir adım öne geçirdi üç büyüklerin en büyüğünü, onlarda Aziz Yıldırım’ın “Obradovic akıllı seçimiyle” takımı dünya markası yaptılar. Artık Fenerbahçe Türk basketbolu vitrininde milli takımın yerini aldı. Parkenin milli amiral gemisi basketbolumuzun üçüncü başarı devrini başlatan Fenerbahçe.
Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin….
RESİM1
Zeki Müren’in “beklenen şarkı”sından yukarda ki kupleyi mırıldanarak girdim Remzi Kitabevine. Basketbol Federasyonu kuruluşunun 60’ınci yılında “Türkiye’nin Basketbol Aşkı” kitabının tanıtımını yapıyordu. İyi kötü 60 yıldır bu işin içinde olduğum için kendime ait çizgileri bulmayı umuyordum. Heyhat tanıtım klibinde ülkenin tek basketbol altın madalyası alınan “Balkan Basketbol Şampiyonluğu” nun yaşanmamış gibi yapıldığını gördüm. Klibin aceleye geldiği, konunun sehven atlandığı, 20 gün sonra çıkacak 2. kitapta Aydan Siyavuş&Ünal Özüak ikilisinden ayrıntılı söylendi ama ben iyisi mi işi şansa bırakmadan kendim anlatayım basketboldaki yarım asrımı. Aslında anlatacağım bir başarı hikayesi. Türkiye'de basketbol; Nasmith'in icadında ki zekâ ve tasarım kıvraklığı gerektiren benzeri bir atofla, birkaç adamın sırtında, onların feragatiyle sıfırdan bugün ki en sevilen 2. spor haline getirilmiştir. Amacım basketbolun tarihini baştan yazmak değil doğrularını sıralamak. 

Detaylara boğmadan iki özel ileri zıplama eşiğinden bahsedeyim

Osman Solakoğlu'nun özel tanıtım gayretleri yanı sıra TRT'de Beyaz Gölge ve NBA maçlarının yayınıbasketbol için uygun ortamı hazırladı . 1981'de ilk 12 Dev Adam diyebileceğimiz Efe'li Erman'lı Kara Mehmet'li Necati'li Melih'li rüya takım Balkan Basketbol Şampiyonu olunca sepet topu Türkiye'nin gündemine oturdu. RESİM4 Takip eden 20 yılda Eczacıbaşı ve  Efes Pilsen yetiştirdikleri, devşirdikleri Mirsat, Mehmet Okur, Hidayet vb. yıldız oyuncularla ikinci patlamanın altyapısını hazırladılar. 2001 Avrupa Şampiyonası'nda sahne alan 12 Dev Adamın kazandığı muhteşem Avrupa İkinciliği ile gönüllerde taht kurdu. 20 yılda bir tekrarlanan sıçramalarla basketbol Türkiye'nin aşkı oldu. Bu yıl pekinde yapılacak dünya şampiyon içinde üçüncü sıçramamızı beklerken yakın geçmişe yönelik dökümü yapalım.

Basketbol olayımızın altmış yılı içerisinde neresindeyim peki ben aşk hikayesinin? Kırdıklarım kırıldıklarım oldu mu? Peki ya faydam oldu mu? Anlatayım…
Çok senelerimi geçirdiğim Basketbol Yaşamım

Jean Paul Sartre “varoluş özden önce gelir/existence comes before essence” demez olaydı. Bende çoğu 68 kuşaklı gibi kendi yolumu kafama göre kendim belirleyip, kimi zaman ülkeyi, ki mi zaman kendimi düzeltmeye çalışarak, ama hep kendi varoluşumu kendim belirleyerek, bugünlere kadar geldim.Kırk beşi basketbol içinde geçen dolu ve birbirinden keyifli yıllardır bunlar ve Nietzsche “pişmanlık köpeğin taşı ısırmasıdır” dediği için değil, samimi olarak söylüyorum yaşanmış her bir saniyesinden de doyumluyum. 63’de Kadıköyspor’da rahmetli Ali Siyavuş’un, Kadıköy Maarif Koleji’nde oda rahmetli Teoman Tuncer’in eş zamanlı emanet ettikleri 13 numaralı formalar ile başlayan yolculuk, ODTÜ ve sonrası yıllarda yirmi sene aktif koçluk olarak Ankara’da, Milli Takımla Balkan Şampiyonluğu, 87 sonrası yirmi senedir eleştirmen köşe yazarı olarak İstanbul’da devam etti ve ilk günkü gibi hırsla, şevkle sürüyor.
Kronolojik sırayla M.Ali Yalım, Rüştü Yüce hocalarımı, 30 yaşının baharında Osman Erverdi’mi, bütün zamanların en iyi koçu Aydan Siyavuş’u ve en sonda basketbol adam/ Mr.Turkish Basketball Osman ağabeyi (Solakoğlu)nu kaybettim. Günün sıcaklığını yaşarken, hiç ölümü aklımıza getirmeden,bu insanların önemini bilemedik. Kızdık, küstük, kulis yaptık onlara ve yitirdikten sonra dövündük. Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sinde dediği gibi “gidenler memnun ki yerinden çok seneler geçti dönen yok seferinden”. Olmaz da zaten…gidenlere yapılacak en güzel anma yaşayanlarımıza daha sıkı sarılmaktır. Basketbol ailesinin her bir ferdi diğeri için çok önemlidir.. Biri olmazsa ötekisi var olamaz. Yaşarken bunu onlara hissettirmek gerek. Sen kendine söyle bunları.. “insanları acımasızca eleştiriyor, yerden yere vuruyorsun”…dediğinizi duyar gibiyim. O iş başka…Ben işimi onlar da işlerini yapıyorlar. Quae nocent docent/Yaralayan şeyler öğreticidir. Yorumun çıt kırıldı mı olmaz, vurduğun yerden ses getirmek gerekir ki akılda kalsın. Benim dostlarım art niyetim olmadığını, doğru bildiğimi yazdığımı bilirler. Yada öyle olduğunu bilenler benim dostlarımdır.

EFESLİYİM EZELDEN

Hani nasıl derler "Ben onun çocukluğunu bilirim". Lamı cimi yok. Sahibinden eski Anadolu Efes'liyim.1965 kayıtlı, lisanslı sporcusu olduğum KadıköysporRESİM2
Tuncay Özilhan tarafından 1975'te satın alınarak Efes Pilsen Spor Kulübüne dönüştürüldü. Daha sonra da bugünkü Anadolu Efes adını aldı.  Türk basketbolunun amiral gemisi bu güzide takımın ilk mensubuyum anlayacağınız ve bununla iftihar ediyorum. Söylemedi demeyin baştan uyarıyorum. Buradan kelli yazacaklarımı akışına bırakıyorum “nehir akışı diyebileceğimiz anlatım türü” ile aklıma geldiği gibi yazacağım. Okuyun sonunda toparlanacaktır. Dağınık kalırsa küfür etmece yok. Tam burada denk gelmişken parkede iz bırakan Tuncay Özilhan'dan bahsedelim. Shakespeare'in Jül Sezar oyununda; Mark Antonius ünlü tiradında; “Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar, dinleyin; Ben Sezar’ı gömmeğe geldim, övmeye değil. İnsanın ettiği kötülük yaşar ardından, iyilikleriyse toprağa girer kemikleriyle. Bırakın, öyle olsun Sezar için de.” diye  diye başlar konuşmasına. Fakat öyle bir anlatır ki Roma halkı Sezar’ı efsane yapar, bağrına basar. Ben burada yaşarken fanilerin  marifetlerinin, basketbol için yaptıklarının iltifatla değerlendirmeli gerçeğinden hareket ediyorum.
RESİM3
1891'de hava atışıla başlayan serüveni 2020 de Cin'de Dünya Kupasında Olimpiyat katılım hakkı elde ederek UZATMAYA TAŞIMAK istiyoruz...

Basketbolu icat eden Naismith papaz olacakmış aslında 

Bilmem biliyor muydunuz?128 yıl önce nasıl icat edildi basketbol. Evet yanlış duymadınız 1891’de Springfield /Massachusetts’de  Kanada asıllı din adamlığından devşirme Amerikalı beden eğitimi hocası James Naismith 14 gün süre verilen bir görevi yerine getirmek için icat etti basketbolu. Sert geçen kış aylarında YMCA/ Gençler Hristiyan Çocukları okulunda okuyan gençlere İsveç Cimlastiği yerine kapalı salonda oynayacakları eğlenceli bir oyun bulmaktı ödev. Amerikan futbolu, Beysbol vb. bilinen sporlar camı çerçeveyi kıracağı için kapalı salona uygun değildi. Önce kusurlu hareketleri saptadı; A. Topa tekme atılmayacak yumrukla vurulmayacak. B. Birbirine tutmak itmek kakmak yok. Bunları sağlamak için iki tane şeftalisi sepetini salondaki tarafına astı. Amaç topu bu hedeflere sokarak gol yapmaktı. Karşılıklı takımlar önce top elde koşuyorlardı. Ama bu teması arttırdığı için hemen paslaşma devreye sokuldu. Bu da yetmedi oyunun hızını artırmak için dripling/top sürme eklendi. Sayıdan sonra merdivenden çıkıp top olarak oyuna sokmak iyice yavaşlattığından sepetin altını kesmek akıl edildi. O gündür bugündür dünyanın her tarafında parkede toplar zıplatılıyor, ayak seslerinin gıcırtılı melodisi duyuluyor. Bizimki de onlar arasına karıştı bitmeyen senfoniye dönüştü… Bitmesin lütfen…

Artık adam oldu Ataman..

Siz nasıl anlarsanız anlayın ama ben burada "Yetkin Koç" haline geldi anlamında kullanıyorum. Yıldız oyuncu oynatma, onları takım içine hamur etme, konusunda uzmanlaştı. Naomoski ile başlayıp Shane Larkin’de kreşendo yapan “rahat bırakayım oynasın" üslubu koçun alametifarikası oldu. Üstelik hiç de öyle "Saldım çayıra Mevlam kayıra tavrı" yok. İpleri kuklacı maharetiyle son derece güzel elinde tutuyor. Oyuncuya afra tafra yapmadan otoritesini kabul ettiriyor. Maç sırasında koçun en büyük dilemması yanında oturanlardır. O’an sahada kendisinin olması gerektiğine inananlar negatif enerji yüklüdür. Onlar çaktırmamaya, koç da anlamamaya çalışır sürekli. Aroyo ve hatta Noumoski’den şerbetçi koç arıza adamı idare etmeyi çok iyi beceriyor. Yıldız oyuncuya hakkını veriyor ve fakat vergisini alıp kendi cebine koyuyor. Kazan kazan durumu bu. Herkes memnun. Shane Larkin Avrupa’ya doğru yerden RESİM1 Ataman’la birlikte girdi. Yıldızları birlikte parlıyor. Birlikte 
Foto şip şak çekiyorlar! Anadolu Efes basketbolu Poloroid oncesinde ki hızlı, rötujsuz, acil banyo edilip verilen vesikalık fotoğrafları andırıyor. Larkin, eli hafif iğneci gibi, yanından geçip sayıyı yapıyor, hissetmiyorsun bile...Ataman meseleyi "koş koş at" formatında; geçiş oyunları ve üçlük atışlarla kısaların gecenin skorunu aralarında nasıl paylaşacaklarıyla, pota altında uzunların ekmeklerini nasıl taştan çıkaracaklarına indirgemiş. Herkesin en uygun atışını kullanabileceği akış ve spacing'ı sağlamış oturmuş arkasına yaşlanmış işin keyfini çıkarıyor. Hani serbest olduğu zamanlarda olsa purosunu da yakacak. Euroleague’de bu yıl final oynamaya adım adım yaklaşan Ataman medya ilişkileri de yola koydu. Yıllardır taraflar seyirci eksikliği çeken Anadolu Efes’i sağolsun olmasına rağmen kitlelerle buluşturan adam oldu Ataman. Daha büyük başarılarını görebilmek ve yazabilmek adına alkışlıyorum. 

Kahpe felek Nur'umuzu aldı götürdü...

RESİM2
Öyle bir girdap ki "…satamadan getirmesi" yok bunun. Yanına gidene kadar anısını canlı tutmaya kararıyım. Öbür tarafa gidenlere mektup yazardı rahmetli. Ortak kadim dostumuz rahmetli Aydan Siyavuş'a mektupları ünlüdür. Rutini sürdürüp, bu günden başlayarak, sık sık yazacağım Köfteye. Onunla okul basketbol takımının en yakın arkadaş ikilisiydik. Sonra ki basketbol yaşamında ezeli muhalefet ikilisi olduk. Öyle ki Nur'un elinden tutup Federasyon Başkanı yaptığı (herhalde şimdi kına yakıyordur) Turgay Demirel eleştirilerimizden bezip, ad hominem(argümana cevap verirken argümanı eleştirmekten ziyade argümanı yapan kişilere saldırarak) çok nezih (!) bir benzetmeyle "kel_şişman şer cephesi “diye nitelendirmişti bizi. Velinimeti KMK çocuğuna hayatını zindan etti (ne çocuğu olduğuna dilim varıyor da buraya yazamıyorum) Demirel. Good fellas/Sıkı dostlar klanına, basketbol, voleybol  takımlarına, kabulün yazılı olmayan kuralları çok sert ve acımasızdır. Bermutat Nur, TED Ankara Koleji’nden naklen gelince " anlat bakalım ne menem bir şeysin çocuk?" muamelesi çektik( yatılı mektep jargonunda "köpek çekmek" denir buna). Malzeme taşımaktan tutunda yerimize cezaya kalmağa varan binlerce eziyete, geldiği yerin aslanı Nur, son derece cool katlandı. Ben “peygamber yahu bu” dedim. Köftehor'dan evrilerek KÖFTE NUR sanı alametifarika olarak yapıştı kaldı. Ankara Kolejliler arasında kaldığı ortaokul sürecinde öyle hoş anılar bırakmış, öyle dostluklar edinmişti ki inanamazsınız. Okulu, bizim gönüllerimizi fetheden Nur Gencer, Osman Solakoğlu’dan sonra bu ülkenin yetiştirdiği en büyük basketbol adamıdır. 
Bu mektubu yazarken ben geride bıraktıklarına baş sağlığı diliyorum…

RESİM3

Nur seninki ne yaptı biliyor musun?
12 devadamı pencereden aşağı attı…

Sen yufka yüreklisindir biliyorum Nur içinde yattığın yerde çoktan affetmişsindir ama ben senin basketbola verdiğin emek haklarını Turgay’a (Demirel) helal etmiyorum.. Hatırlarsan sen sitayişle bahsettiğin için ben 80’li yıllarda,    Dr.Ali Uras’ın yeğeni olan Galatasaray genç takım oyuncusu beyzadenin ÖDTÜ Üniversitesi girişini halletmiş, koçu olduğum İstanbul Bankası Yenişehir takımına profesyonel transferini gerçekleştirerek iki sezon Ankara spor ve okul hayatını kolaylaştırmıştım. Yıldızı orda parladı ve fakat okulu iki yılda terk ederek İstanbul’a geri döndü. Yıllar sonra sen bir kere daha el verdin ve Federasyon Başkanı olması için hummalı çalışarak seçtirdin ve Genel Sekreteri olarak yol yordam öğrettin. İlk hayırsızlığı sana yapıp basketbol yaşamı dışına attıktan sonra kişisel çıkarları uğruna Milli basketbolumuzu budadı.   Yıllarca Türk basketbolunun sırtına basarak FİBA Avrupa Başkanlığına yükselmiş Turgay Demirel; Eski köye yeni adet getirdi. FİBA Avrupa Başkanı olana kadar yılsonu ölü sezonda oynanan Dünya Şampiyonları, Avrupa Şampiyonları, Olimpiyat elemeleri vb. Milli Takım maçlarını sezon içi haftalık pencerelere aldı. FİBA (Uluslararası Basketbol Federasyonu)nın bir avuç gişe hasılatı için yaptığı bu saçma sapan, densiz katliam bütün Avrupa basketbolunu altüst etti. En büyük zararda bizim basketbolumuza oldu. Tam kadro olabilsek (hele Shane Larkin geldikten sonra) Avrupa’nın ilk üçüne gireceğimiz kesin iken ızdırab yaşıyor, parkede el alemin koşturduğu atların nallarını topluyoruz. Bu akşam ki İsveç maçı dahil olmak üzere önümüzü göremiyoruz. Olimpiyat’a katılma şansımız sıfırın altında. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Basketbolumuzu bu hale getirende, yerli oyuncu havuzunu kurutanda aynı adam aslında. Demirel yirmi küsur sene önce Federasyon Başkanı olduğunda ligdeki yabancı oyuncu sayısı (1) birdi. Bu sayede Hidayet’ler, Mehmet Okur’lar, İbrahim Kutluay’lar yetişti ve 12 devadam efsanesi yaratıldı. Hazret geldi masal kitabını rafa attı. Döneminde basketbol liglerini ikinci sınıf yabancı oyuncu cennetine çevirdi. Bugün 5 sahada+1 kenarda+2 tribünde olmak üzere sekiz yabancı var takımlarda. Alt yapıdan gelen iki oyuncu şartını da kaldırdığından kulüpler oyuncu yetiştirmeyi bıraktılar. Hazıra konuyorlar. Her yıl aynı oyuncular takım değiştiriyorlar. Oyuncu menajerleri para kazanırken milli basketbol dibe vurdu. Kulüplerde zirvede iken Milli Takımlarda parkede sürünüyoruz. Euroleague’de maçlar kızıştı. Final4 yaklaştı. Anadolu Efesbirinci bitirip finalde kolay gitme  avantajını kovalarken, Fenerbahçe ilk sekize girebilmek için can alıp can veriyor. Diğer Avrupa kulüpleri oyuncularını vermezken bizimkiler maç gecesiyle çakışsa dahi fedakarlık yapıyorlar. Melih ve Doğuş’da olmasa Hollanda maçında top dahi getiremezdik. Aslında böyle katastrofi yaratmaya hakkı yok FİBA’nın. Malum FIBA Olimpik basketbolunun kural ve esaslarını tespit eden üst kuruluş, bir nevi noterdir. Kulüpler arası ligleri ULEB (Avrupa Kulüpler Birliği) organize eder. Türk Hava Yollarının isim sahibi olduğunu Euroleague’de Fenerbahçe ve Anadolu Efes yıllardır zirvede yer alırlarken Milli takımı bu halde görmek yürekleri dağlıyor.
IŞIKLARDA RAHAT UYU DOSTUM BASKETBOL EMANETİNİ KOLLAYACAĞIM…


Ali Koç basketboldaki efsaneyi de bitiriyor!
Futboldan sonra parkeye de havlu atmak istemiyorsa, basketbol takımını kemiren virüsün çaresini bulmalılar...
“Başkan Koç inanılmaz basiretsizlikle efsaneyi bitiriyor. Geldiği günden beri, ‘Şube sırtımızda kambur. Gider var, gelir yok’ beyanatlarıyla basketbolun üzerine gri bulutlar gönderip durdu. Şimdi ise altına yönetim yapımı bomba döşüyor!”
FENERBAHÇE, çimden sonra parkeye de havlu atmak istemiyorsa zorunlu virüs arasından yararlanarak basketbol takımını kemiren virüsünün çaresini bulmalı. Öncelikle tavan yapmış tükenmişlik sendromu karantina altına alınmalı. Zeljko Obradovic, “Oyuncularım birçok şeyi anlamıyor” diyerek serzenişlerini dillendirmeye başladı ki, artık bu köprüden önceki son çıkışa gelindiğini gösteriyor. Koç yanılıyor bence, oyuncular bir şeyi çok iyi anladılar; sözleşmesi yenilenmeyen koç yolcu. Yüzde 80’inin garanti kontratı olan oyuncular ise hancı. Koç Obradovic çuvaldızı kendine batırmıyor, oyuncuların motivasyon ve konsantrasyon eksikliğinden yakınıyor.
POTA AZiZ’iNi ARIYOR
Altı yıldır Fenerbahçe’ye altın dönemini yaşatan Zeljko Obradovic’e reva görülen askıda bekletme muamelesi bu zor katlanır durumun tek sebebi. Bütçeyi 10 milyon dolarla sınırlayınca önerilen sözleşmeye; “Teşekkür ederim beyler” diye kapıyı vurup çıktığı söyleniyor koçun. Başkan Ali Koç inanılmaz basiretsizlikle efsaneyi bitiriyor. Şunu iyi bilmeli ki; Fenerbahçe sadece bir futbol kulübü değildir. Geldiğinden beri, “Şube sırtımızda kambur. Gider var, gelir yok” beyanatlarıyla basketbolun üzerine gri bulutlar gönderip durdu. Şimdi ise altına el, pardon yönetim yapımı bomba döşüyor! Obradovic öncesi (Taş Devri’nde), ne idüğü belirsiz koçlar elinde oradan oraya savrulan, parkelerin sıra takımlarından biriydi Fenerbahçe. Fabrika ayarlarına döndürüp, back to the future (geleceğe dönüş) yapmanın vebalinin altından kalkamaz.
EĞiTiCi DEĞiL, MODERATÖR ANTRENÖR iSTiYORLAR
MESELE çok basit aslında; oyuncular, eğitici koç yerine NBA’de olduğu gibi moderatör koç istiyorlar. Her hareketlerinin fırçalama düzeyinde, kıyasıya eleştirilmesi yerine, kariyerlerine kıymet verilerek kenardan oyunun genel akışını yönlendirici koçluk bekliyorlar. Obradovic, eski usul (old school) kaldı sizin anlayacağınız. Çok geç (too late) artık... Nando de Colo’ya her topu nasıl kullanacağını anlatamazsın. Elin adamı, shved’i kendi haline bırakıyor ama limon gibi sıkıp maksimum verimi alıyor.
Ünal Özüak
Hurriyet


Saturday, 25 January 2020

SAKIN YAPMAYIN SONUNUZ OLUR!

Kötü sonuçlar her hafta kar topu gibi giderek büyüyor. Kredi tükendi ipotek faizi işliyor ama  siz gene de kendi ayağınıza sıkmayın..!

"Stay with us forever. More trophies to win" (Daha fazla kupa kazanmak için sonsuza kadar bizimle kal)diye salonda pankart asan taraftara kulak verin…Yoksa pankartlar Go to hell (Cehenneme kadar yolunuz var)a dönüşüverir. Hatasız Kul Olmaz. Beşerdir şaşar. Pek çok hatası var Obradovic'in. Mesela…Her topu kendi oynar. Kontrol hep ondadır. 0yuncuyu robotlaştırır. Bireyselliği , inisiyatif kullanmayı sıfırlar. Kafalarının ve kulaklarının onda olmasını ister. Kendi dilini bilen, asabi mizacını kaldıracak Sırplarla daha iyi anlaşır. Yıldızı kendi yaratmak ister .Nando de Colo gibi hazır gelmiş oyuncuya ters gelmesi bu yüzdendir…Bunlar her şey güzelse, kupalar geliyorsa mesele yok ama işler kötü giderse batar oyuncuya…Ama inanın  bu sizin yapma aşamasında olduğunuz bon pour l'orient (sadece Şark için yeterli) alaturka işine son verme hatası yanında solda sıfır kalır. Obradoviç sonrası belini doğrultamayan Panathinaikoskulağınıza küpe olsun.Sosyal medya hesaplarımda "Asrın hatası olur! Ne yap et Obradovic'i tut "KOÇ"um!" demem ondandır. Fenerbahçe'nin saygıdeğer yönetimi;... Son yirmi yılda Željko Obradović gelene kadar; Nihat İziç, Bogdan Tanyevic,Neven Spahija, Simone Pianigiani olmak üzere üç Sırp bir İtalyan koçla on üç kabus yıl yaşadınız. Bu dönemde sıra takımı olarak ne uzadınız ne kısaldınız. Aziz başkanın ustayı getirmesi ile birlikte Avrupa Ligi'ne yakışır takıma benzediğiniz. 5 kere Final Four oynattı adam sizi daha ne yapsın. "Gözünüze dizinize dursun" derler adama. Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz. Fenerbahçe Galatasaraylılaşıyor . Basketbol şubesini mali yönden kulübün sırtında yük kabul eden anlayış(sızlık) Galatasaray'ın Yenilmez Armada'sını sıra takım haline getirdi. Ali Koç da aynı yolda . Aziz başkanın Fenerbahçe'ye kazandırdığı muhteşem basketbol takımının altına ev yapımı bomba düzeneği yerleştiriyor. “Arkasındayız” beyanatlarıyla kimi kandırıyorsunuz? Saydığım koğuşlarında arkasındaydınız, ertesi gün kapıya koydunuz adamları. Obradovic'in arkasında olmak sözleşme yenilemekle olur. Gerisi Lafonten'den masallar.

Kafasını siz karıştırdınız Ekselansın..

Ne sihir kaldı ne keramet...Fenerbahçe’nin durumu vahamet….Basketbol sihirbazı ObraKadabrasözleşme yenilemesi yılan hikayesine döndürülünce yolun sonuna   geldi…Çok değil altı sene önce, “Obradovic öncesi(taş devrinde)dönemde, elel acaip koçlar elinde oradan oraya savrulan parkelerin sıra takımlarından biri Fenerbahçe’yi Euroleague başat takımı yapan ustanın durumunun sürüncemede bırakılması kafası karışıp koçun ayarını bozuyor ve  takımda dip yapıyor. Nasrettin hoca fıkrasındaki gibi peki hocanın hiç mi suçu yok? Diye soracak olursanız; Karakteristik olanlarını  anlattım. Takımı dibe çekenlere geçmeden önce biz aklanalım; Her fırsatta suçlanan yazılı ve sözlü medya olarak  bize düşeni fazlasıyla yaptık. Suçsusuz ve balkondayız. Mükemmel beş sezon boyu hak ettiği  bütün ihtimamı gösterdik, yere göğe koymadık. El hak önce Aziz Yıldırım sonra Ali Koç işine karışmadan anahtar teslimi verdiler şubeyi. Ticari dille “Gayrikabili rücu akreditif açtı” Fenerbahçe. Futbolda ki Comoli benzeri, İtalyan arkadaşı ıssız adam Maurizio Gherardini’yi genel manejer yaptı. İstediklerini alıp satarak birlikte bu günlere geldiler. Ne oldu peki Avrupa’nın en fazla kupalı koçuna? Gittiği her yerin saha içi ve dışı alışkanlıklarını a’dan z’ye değiştiren, şeytan tüyü varmışçasına fırçaladığı oyuncusundan, sürtüştüğü hakemlere, taşkınlık ayarı verdiği taraftara kadar herkese tatlı sert otoritesiyle kendini sevdirmesini, olumlu algı yaratmayı çok iyi beceren insani ilişkiler sihirbazı Zeljko Obradovic neden matlaştı? El cevap; BSS(Başarının Sıradanlaşması Sendromu) yaşıyor ve metal yorgunu oldu.? Elle tutulur, gözle görülür hiç sebep yokken o her topu oynayan, maçı hisseden etrafına “Obra birazdan gereğini yapar ve oyunu lehimize çevirir” güveni veren adam gitti. Yerine köşesinde hezeyanlar geçiren, huysuz, geçimsiz, en önemlisi de oynanan oyuna dair hiçbir çözüm üretmeyen yenilen boksör köşesinde her an havlu atma eğiliminde ki emekli süvanyör görümüne büründü. Öfkesi basketbol şuurunun üstüne çıkarak sonuca olumsuz yansıdı. Balık baştan kokar hesabı Fenerbahçe başarısızlık sarmalına düştü. 

Alternatifi yok…Ondan sonra kıyamet…!
Önümüzde yirmi maç var.. Ustanın kafası rahatlarsa düzeltir durumu…

Orhan Veli’nin “Ne güzel komşumuzdun Fahriye abla..” şiirinde olduğu gibi… di’li geçmiş konuşup; "Ne güzel koçumuzdun Obradovic usta"deme noktasına gelmemize sebep olan iki önemli yanlışı var koçun: BİRİNCİ YANLIŞI Casting /takım kurma hayati hatası yapıp en önemli (oyun kurucu1) ve özellikle (pivot 5) numaraya doğru dürüst adam almamak. Fenerbahçe’yi pivotsuz oynamaya mahkum etmek. Sakatlıklar filan bahane. Sağlam olsalar ne olacak ki. Joffrey Lauvergne, Derrick Williams, Jan Vesely hiç biri pivot değil. Zaman zaman üçüncü sınıf dublör  Stimac’a bel bağlaması savımı evetler. Oyun kurucuda bireysel üretimi sınırlı, zaman zaman turnike atmaya bile çekinen Sloukas  takım akıcılığını, pas temposunu ve topsuz hareketi öldürüyor. Kostas oyunu kontrol ediyorken rakiplerin alanı daraltma, forvetteki oyuncuları daha verimsiz hale getirme ve merkezi daha iyi koruma şansı oldukça yükseliyor. Sloukas’ın oyunu kuramaması zaten kötü durumda ki Datome ve Kalinic’i sistem içerisinde biraz daha aşağı çekiyor. Toplu oyuncunun skor tehdidinin çok önemli olduğu günümüz basketbolunda topu elinde tutan oyuncu çembere atak etmeyince diğer dört oyuncuyu savunmak kolaylaşıyorİKİNCİ YANLIŞI Hazır yıldız sevmez, istediği gibi yoğurarak kendi yıldızlarını yaratmak ister,takım dizginlerini elinde tutmayı severken Nando De COLO’yu transfer etmek. Adam hem fırça kaldırmaz, hem de ayrı topu var onunla oynuyor maçlarda. Fenerbahçe'de hiç kimsenin yıldızı Obradovic'ten parlak olamaz. Hoca her topu kendi oynamak isterken Nando kendi bildiğini oynuyor. Kendine Fransız Nando kaybedilen maçlarda Euroleague kariyer rekorlarını kırdı ama takım olarak skoru 70 sayı üzerine çıkarmayı beceremedi. Obradoviç otorite kaybına Fransız olduğundan kenarda giderek Tanyavic benzeri Huysuz Virjin'e döndü. Öfkesi basketbol şuurunun önüne geçiyor. Kendi seçtiği oyuncuları dekadans / çöküş’den sorumlu tutmaya başlaması, (ki bunu hiç yapmaz tüm iyi ve kötü sonuçların sorumluluğunu üstlenirdi), sonun başlangıcı, kırılma noktası. Ancak Obradovic’li olmayı yaşamış her Fenerli, yiğidi öldürmeden önce, şunu çok iyi bilmelidir ki onsuz kalmaktansa kızılcık şurubu içip katlanmak evladır. Komşunun kazının bize ördek gözüktüğü günlerde Panatinaikos ve hatta Olimpiakos Avrupa’nın kralıydılar. “Sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem ki..” şarkısını söylemenin alemi yok. Nafile Dimyata pirince filan gitmeye kalkmayın..